YAŞAM HER ZAMAN DIŞARDADIR

Ego etrafını bir duvar gibi kuşatır. Seni bu şekilde kuşatarak seni koruduğuna ikna eder. Ego seni böyle ayartır. Sürekli aynı şeyi söyler: "Eğer ben olmazsam sen korumasız kalırsın. Savunman çok zayıf olur ve bu çok büyük bir risk. O yüzden bırak seni koruyayım, etrafını sarayım."




Evet, ego belirli bir ölçüde koruma sağlar ama bu duvar aynı zamanda senin zindanın olur. Belirli bir koruma var, aksi halde kimse egonun getirdiği mutsuzluklara katlanmaz. Belirli bir koruma var, seni düşmanlardan korur; ama aynı zamanda dostlara karşı da korur.



Düşmandan korktuğun için kapını kapatıp arkasında gizleniyorsun. Sonra bir dost geliyor ama kapı kapalı, içeri giremiyor. Eğer bir düşmandan çok korkuyorsan, o zaman dostlar da içeri gelemez. Eğer kapıyı dostun için açarsan, düşmanın da içeri girme riski hep vardır.



Bunu çok derinden düşünmek gerekir; hayattaki en büyük sorunlarından biridir. Sadece çok az sayıdaki cesur insan onu doğru şekilde çözebilir, diğerleri korkup saklanır ve o zaman tüm yaşamları heba olur.



Yaşamak risklidir; ölümün riski yoktur. Öldüğün zaman senin için bir sorun kalmaz ve o zaman seni kimse öldüremez çünkü zaten ölü olan birini nasıl öldürebilirsin? Mezara gir ve işin bitsin! O zaman ne hastalık var, ne kaygı var, ne de herhangi bir sorun; bütün sorunların biter.



Ama eğer canlıysan milyonlarca sorun var. İnsan ne kadar canlıysa, o kadar fazla sorun vardır. Ama bunun yanlış bir tarafı yok, çünkü ancak sorunlarla uğraşarak, mücadele vererek büyüyebilirsin.



Ego etrafında yükselen sinsi bir duvardır. İçeri birinin girmesine izin vermez. Kendini korunmuş ve güvende hissedersin ama bu güvence ölüm gibidir. Tohum içindeki bitkinin hissettiği güvence gibi. Bitki filizlenmekten korkuyor çünkü başına ne geleceği belli değil... Dünya tehlikelerle dolu ve bitki o kadar kırılgan ve narin ki! Tohum duvarının içinde, hücrenin içinde saklanırsa her şey korunmuş olur.



Ya da anne rahminde olan bir bebeği düşün. Her şey var, ne ihtiyacı olursa anında karşılanıyor. Ne bir kaygı, ne mücadele, ne de gelecek var. Bebek büyük bir mutlulukla yaşar. Her ihtiyacı annesi tarafından karşılanır.



Ama sen sürekli annenin rahminde yaşamak ister misin? Çok emin bir yer. Eğer sana seçme şansı tanınsaydı, sürekli annenin rahminde kalmayı seçer miydin? Çok rahat bir yer, ondan ötesi olabilir mi? Bilim adamları henüz bir rahimden daha rahat bir ortam sağlayamadıklarını ifade ediyor. Rahim sanki rahatlık konusunda ulaşılacak son mertebe gibi görünüyor. O kadar rahat... ne bir kaygı, ne bir sorun, ne çalışma ihtiyacı. Yalın bir varoluş. Her şey anında sana sunuluyor... ihtiyaç doğduğu an anne tarafından karşılanıyor. Nefes almak gibi bir sıkıntı bile yaşamıyorsun, anne bebek için nefes alıyor. Karın doyurma sıkıntısı yok, anne çocuk için yiyor.



Peki ama anne rahminde kalmak ister miydin? Orası rahat ama o bir hayat değil. Yaşam her zaman belirsizlikle dolu olan dışarıdadır. Hayat dışarıdadır.



Coşku anlamına gelen İngilizce "ecstasy" kelimesi çok çok önemlidir. Kelime karşılığı "dışarda durmak"tır. Coşku, dışarı çıkmak demektir. Bütün kabuklardan, korumalardan, egolardan, güvencelerden, bütün ölümcül duvarlardan. Coşkulu olmak demek dışarı çıkmak demektir, özgür olmak, hareket etmek, oluşum halinde olmak, tehlikelere açık olmaktır, böylece rüzgar gelip içinden geçebilir.



Bir ifade vardır, bazen "bu deneyim olağanüstüydü" deriz. Coşkunun tam anlamı budur: Olağandan daha üstün.



Tohum çatlayıp, içinde gizlediği ışığı yaymaya başladığı zaman, bir bebek doğup, rahmi geride bıraktığı zaman; bütün konforları ve rahatlıkları bırakıp bilinmeyen bir dünyaya adım attıkları zaman: coşku budur. Bir kuş yumurtasını kırıp, gökyüzüne uçtuğu zaman: coşku budur.



Ego bir yumurtadır ve ondan çıkmak zorundasın. Coşkulu ol! Bütün korumalardan, kabuklardan ve güvencelerden kurtul. O zaman daha geniş bir dünyaya ulaşırsın; engin, sonsuz bir dünyaya. Ancak o zaman yaşarsın, ve dolu dolu yaşarsın.



Ama korku seni sakatlıyor. Bebek de, rahimden dışarı çıkmadan önce, çıkıp çıkmamak konusunda kararsız kalıyor olmalı. Olmak ya da olmamak. Bir adım ileri atıp, sonra bir adım geri çekiliyor olmalı. Belki de o yüzden anne bu kadar acı çekiyor. Bebek kararsız ve coşkuyu yaşamaya henüz tam olarak hazır değil. Geçmiş onu geri çekiyor, gelecek ise ileri çağırıyor. Bebek ise bölünmüş durumda.



Bu, kararsızlık duvarıdır, geçmişe yapışmaktır, egoya tutunmaktır. Bunu her yere taşıyorsun. Arada bir, o nadir anlarda, çok canlı ve tetikte olduğun zamanlar onu görebileceksin. Aksi halde çok saydam bir duvardır ve göremezsin. İnsan bütün hayatını - ve sadece bir değil, birçok hayatını - bir hücrenin içinde, her yerden soyutlanmış, penceresiz, Leibnitz'in "monad" dediği yerde geçirdiğinin farkına bile varmıyor. Kapısız, penceresiz, içerde kapanmış... ama saydam, camdan duvarlı bir hücre.



Bu egonun bırakılması gerekiyor. İnsanın cesaretini toplayıp onu paramparça etmesi gerekiyor. İnsanlar kendi cehennemlerini beslediklerini bilmeden, onu milyonlarca yoldan besliyor.



Bayan Cochrane ölmüş kocasının tabutunun yanında duruyormuş. Oğlu ise hemen yanındaymış. Taziyeye gelenler birer birer geçip baş sağlığı diliyormuş.



"Artık acı çekmiyor," dedi Bayan Croy. "Neden ölmüştü?"



"Zavallı adamcağız bel soğukluğundan öldü," diye yanıtlamış Bayan Cochrane.



Bir başka kadın tabutun başına gelmiş: "Artık acıları geride kalmış. Yüzünde dingin bir tebessüm var. Ölüm nedeni neydi?"



"Bel soğukluğu!" demiş yaslı dul.



O sırada oğlu annesini kenara çekmiş: "Anne! Babam hakkında çok kötü bir şey söylüyorsun. O bel soğukluğundan ölmedi ki. İshalden öldü!"



"Biliyorum!" diye yanıtlamış Bayan Cochrane. "Bok içinde öldüğünü bilmeleri yerine eğlence peşindeyken gittiğini düşünmelerini isterim."



En sonuna kadar oyun oynamaya devam ederler. Ego, samimi olmana izin vermez ve seni sahteliği devam ettirmeye zorlar. Ego yalanın kendisidir ama insanın bir karar vermesi gerekir. Bu, çok büyük bir cesaret gerektiriyor çünkü o ana kadar besleyip büyüttüğün şeyi paramparça edecek. Bütün geçmişini yok edecek. Onunla birlikte sen de paramparça olacaksın. Geride biri kalacak ama sen o kişi olmayacaksın. İçinde geçmişle bağlantısı olmayan bir varlık yükselecek; taze, geçmişin bozmadığı bir varlık. O zaman bir duvar olmayacak; nerede olursan ol, sınırları olmayan sonsuzluğu göreceksin.



En sevdiği bara giren yaşlı adam normalde çalışan garson kızın yerine bir yabancının çalıştığını görmüş. En başta çok zorlanmış ama sonra cesaretini toplayıp yeni garson kıza 'uzun zamandır gördüğü en güzel kız' olduğunu söylemiş.



Garson kız biraz kibirli bir tipmiş ve burnunu havaya kaldırıp "Üzgünüm ama iltifatınıza aynı şekilde karşılık veremeyeceğim." demiş.



Adam sakin bir şekilde yanıtlamış: "Peki o zaman benim yaptığımı yapamaz mıydın, tatlım? Yalan söyleyemez miydin?"



Bütün formalitelerimiz birbirimizin egolarına yardımcı olmaktan başka bir şey değildir. Hepsi yalandır. Sen birine bir şey söylersin ve o da iltifata karşılık verir. Ne sen samimisin, ne de o. Aynı oyunu sürdürürüz: Görgü kuralları, formaliteler, medeni yüzler ve maskeler.



O zaman duvarla yüzleşmek zorundasın. Zamanla, bu duvar o kadar kalınlaşacak ki, hiçbir şey göremeyeceksin. Duvar her geçen gün kalınlaşıyor, o yüzden bekleme. Eğer etrafında bir duvar taşıdığın hissine kapılırsan, hemen bırak! Hemen zıpla ve içinden çık! Zıplamak için sadece bir karar vermek yeterli, hepsi bu. Sonra, yarından itibaren onu besleme. Ona dadılık yaptığını fark ettiğin zaman, hemen dur. Birkaç gün içinde onun öldüğünü göreceksin çünkü senin sürekli desteğine ve onu emzirmene ihtiyaç duymaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder